Eylül 30, 2009
yere bakan
48 HRF 1981
ben zor bi herifim melahat
çanakkale geçilmez bilirim
ben de biraz zor geçinilirim
ha bir de, dışarıdan bazen dinozor gibiyim
içimin komodininin en üst çekmecesinin komedisini görsen
sevişirken “ezergeçerus geldi,” deyip
içini gıdıklayabilirim
memelerini yüreğini sıcaklayabilirim
içimden geldiğince çok da güzel öperim
o değil de
ben zor bi harfim melahat
her lisanda bulunmam
her gasteden kesilmem
akrostişi, huzur ve sükûneti bozarım
hele bir de kazıdıkça kazara belirirsem
kabusu olurum yazarın
yine de, almasan da bir dene derim ben melahat
nasılsa devir kullan at
evir çevir devir devşir emzir beni heyhat
lütfen rezil beni vezir melahat
ona öyle demesem olmazdı
çünkü, bu, bayat, çok, hayta, bir, hayat
sanırım mesele şu
ben zor bi herifim melahat
başkaca “şöyle biriyim” diyemem mesela
evet hayır değilim, şöyle öyle ya da böyle biri değilim
ne divaneyim ne akilim
azrail dayım müsaade etmedi ki şöyle kuytu ölü bir köşeye sinleneyim
sınık sinik (I) sinik (II) bir karakterim
ama zor bi herifim
iyi sileyim bu hafızayı iyi sileyim
azalt beni melahat
daha fazla öksürtmeyeyim
sen beni daha iyi tanırsın ya melahat
seni sevmek demek vücudunu sevmek demek değildir
sev sev ki olmasın sende zerre gurur
gururun olduğu yerde aşkımız ızdırabolur
lüleburgazlı mahallî şair suat dayı’dan duymuştum bunu
şimdi dolaşıyor tüm türkiye’de mahalleli âşıkların cep telefonlarında
biz de dolaşsak nasıl olur melahat?
sanki yeter aslında birer peri bacası olsak
ömür boyu birbirimize tüteriz
kendimiz çalar kendimiz söyleriz
benimle kavilleşsen
bir muhabbet kuşu bile olurum sev diye sen
şükran hemşire: “gene börek almışsınız!”
zeynel: “ne çıkar! hoşuma gidiyor size börek almak. beraber yiyelim mi?”
ben çok zor ve çoktan seçmeli bi herifim melahat
bu şiirimde aşkımı anlattım sana
boşver bunları burda kalsın bu hafriyat
moloz dökmek de serbest üstüme
sanırım neye benzediğimi artık şaşırdığım bir vakit oldu melahat
sen iyisi mi şekerim bitince beni at.
“ben zor bi herifim” bir Enis Akın cümleleridir.
Vözgeçmiş
yöresel arabesk bir radyo istasyonuyum
lokantalarda tamirhanelerde insani her yerde
kral fm’e kafa tutan
daha reklamsız, mat
daha içli
içli dışlı
daha benim
ben de gülmek isterim
misafirlere hiçbir zaman “hoş geldiniz!” dememezlik etmedim
memleketimi sordu mülakatçı yüzbaşı
“milas,” dedim
“ne?” dedi
“milas,” dedim
“‘siirtspor sakaryaspor’u iki sıfır yendi.’ de!” dedi
dilimde fazladan duran s’yi jiletledi
“senin su laleni sulayayım!” diyemedim
kendimi kolayladım sanırım biraz
hani zor bi heriftim ya ben
onu diyorum
kolaydıysam başına gelseydim ya senin
sürekli bunu diliyorum
her sabah bir tutam bergamot
çayıma onu dilimliyorum
bizimki büyüyünce çok güzel bir çaylaşım olacak
rüyalarımda düştüğüm uçurumları ağaçlandırdım ilkgençliğimde
nadasa bıraktım bazen
kendimi de ıskartaya ayırdım onsekizimde
hasarlılar uğrar arasıra
hey delikanlı defter!
boşları toplasana
bugün hava çok sıcak (sabahtan gördüm seni)
soyundu baldır bacak (çok beyaz geldin bana)
milas sana koyacak (konakta mı büyüdün)
oy oy marmaris (oy oy emine’m)
milas sana koyacak (güneş çalmamış sana) (x2)
buna benzer terbiyesizliklerim oldu elbet şiir tarihimde
ama babamın yanında ne bacak üstüne bacak
ne de sigara içtim
her bir şeyi bir bir biriktirdim
yüksek sesle okunmaya elverişli bir hayatım yok
sokaklarda savunmaya duran bir yüzle baraj kuruyorum tek başıma
ellerim apış aramı kapatmış
ağız da yüzün apış arasıdır
-ağzın yüzünün mahrem noktasıdır-
bekâretimi koruyorum
şiirimi bi indirirsem halka
korkarsınız biliyorum
dede dediğin şarapçı olacak hacı
torun dediğin onsekizinde bir kadın haritasında meme icabındağ
yirmibeşinde şişe içre bir alkol her an pansumana ve performansa hazır
otuzbirinde ilelebet memur
otuzbeşinde tüm bunlardan şair
ben demedim atalarım şifahen dedi
şunu da ekledi
erkek; halk dilinde sigara ve göbek
kadın; halk dilinde bilezik ve börek
genç bir ismi yoktu babamın
bilirsin her isim iyi durmaz babalarda
durdum divana
uydum hazır olan imama
ekmek almaya çıkıp yıllarca dönmemek istiyordum
bütün güzel kadınları tanımak ve tanıdıkça onlardan soğumak istiyordum
hayattan bana bu makamımda biraz hürmet etsin istiyordum
olmadı sustum
hayır karambol evde yok
ben oğluyum
the man who bought the world
her satıcının bir alıcısı bulunur
bunu yazdığım için mutluyum
bu gemi ne zamandır burada
bu şişenin içinde
öfke kontrol bir ki
kontrol bir ki
kadehi şişeyi kırarım bugün bil ki
ameliyatımdan kalan –hani seni bana diken-
[deveye mi insana mı yaranırdı?] dikişlerden birini daha söktüm son doğumgünümde
kaybolan düğmeler asla bulunmaz bilirsin
gittiği yerde deliksiz bir uyku çekiyordur şimdi
zora sokarım insanlarını hayatın
hayatını insanların
zora sokarım
zoka satarım
ustam yoktu ben satarım
ani kalkışlar yaparım
başım döner
benim hiç ciddi işim olmadı biliyor musun?
oysa her evin bir bacası
herkesin bir arka cep tarağı vardı
benim de yüzümün bacasında tüten bir oyun arkadaşım
oralet diye de bir şey vardı
bedduadan hiç hoşlanmazdım
feleğin sözlerini çok severdim
şiir yazmadan önce mutlaka kollarımı çemrerdim
ateşim otuzyedi buçuktan şaşmazdı
böyle hem kendi hem dünya etrafında dönen kafadan basık bir çemberdim
çomak sokmanın ne anlamı vardı bre cavurun gızı
sen bir sincap ben kovuk
beni anımsa
(beni unut)
Bırak Hacı Ya
sigarasız bir kamyon şoförü gibiyim
sigarasız bir gerilla nasıl olursa ben de öyleyim
veya sigarasız keith richards mı demeliydim
sigarasız gerilla sigarasız gerilla sigarasız gerilla
(bunu kendime üç kere söyledim)
bir yanım kırıldı sigarayı bırakınca
kâh bacağı kırık bir karınca
-bir karıncanın bacağı vücudunun kaçta kaçı eder
neresine siner bu geri kalan dumansız keder-
işte nöyle bir şey
kırıldım bir yanım
bazan yürüyemiyor gibi oluyorum tüm yolculuklarım muavinsiz
bazan dilenesim bile geliyor; devrim affet: yar bana bir sigara
nefessiz kalmak bile sanat olmaktan çıkıyor alabildiğine lirik
kafessiz kalmış bir muhabbet kuşuna hayır işlediniz mi sandınız onu serbest bırakınca
kendiniz
çayı bardağından başka bir yere koyamazsın düşün bir
bardak çayın kafesi
demek mi ki her şey herkesin, herkes her şeyin kafesi
-ben işemedim miki işedi-
hey gidi efelerin efesi
sigara bırakılır mı sandın
yandın aldandın
fevzi atlıoğlu ile saz eserleri
pink floyd pulse konseri
çaya atılan kırık bir karanfil
hiçbiri
yıllardır okeye döndürüyorum şiirimi
ben siz sigara sız hiç biri
bıraktım ya mesela ben
sanki duyamıyorum diğer kulağımdan gelen sesi
eşitsizlik ve dengesizlik var bakışlarımda
bir gözüm ömrümün gerisinde duran kültablasında
izmarit, mahalle aralarında dolaşan bir amcanın ‘var baliiik’ sesine tekabül
teröristler çubuk içiyor dağlarımda
dumanlar yankılanırken mağaralarımda
sigara şimdi serbest bırakıldı ya boğazlarımda
bir pakette yirmi harami taşıyor yük trenim
birer eşkıya da mesken tutmuş vagon aralarında
iyi günde kötü günde ölümde dirimde
sigara ben artık uçamıyorum sanırım
tek bacakla yürünmüyor veya tek kol kaş göz bilumum uzuv
abarttım mı sanki
gerçek olmak gerekirse bir inat üstüne devam etti hayat
yoksa pek çok şeyi bırakmamayı nasıl biliyorduysa bu içimdeki tutkal
seni de bırakmayabilirdi
seni de
seni de
hey sen!
seni de
onu da
bunu da
şunu
da
da
den den.
Fotoğrafçı Alâeddin’in Son Çırağı
lambadan çıka çıka bu çırak
I.
aynı anda pek çok şey olmaya çalışmak gibi bir huy bu çocuk
hayattan siltilmiş bir ek bu çocuk
tanrının yüzbeş milyarıncı leşi
sülalesinin dünyaya son tebelleşi
II.
annesi çalışırdı bunun
pek sık rastlanan bir şey değilse de o mahallelerde annelerin çalışması
babası ömür vardiyası işinin eşinin bu çırak ökkeşin
bu yüzden ev ev balkon balkon el el bakıcı gezdi
mahallenin çiçek açmış genç kızlarının gölgelerinde demlendi
belki bu yüzdendir
şimdi aklına estikçe incelir
o çiçekten bu çiçeğe seyir
bunu bir sigara içimi için balkona çıkmak bilir
evlerden evlere geçmek de o vakitlerden bir izdir
sık sık evlerden kaçar biri azarladığında
başında yoktur çünkü kimse
genç memeli bir kadınablasevgilianneden başka
kısa ömrün kıssası
sıfır oniki yaş arasını bu yollarda tüketti
sonra alıp valizini trenlerini sivilcelerini altıkiremitini zeytinlerini niyetlerini
o okul senin bu okul benim
beyin hücrelerini seyreltti
boyunlarında lastik sapanlı çocuklar geçer bayramlarda önünden
dedesinin ipli cep saatinin üstündeki şimendifere binerekten
bütün anneler avluya çıkmış ağızlarında mandal
çocuklukları üzerlerine çıkılan ağaçlara asıyor
hayattaki pirinçler ve taşlar yaşlarla ayıklanıyor
bazen birkaç pozu birden yakıyor
önlüklü vesikalık bakışlara dayalı makinelerden ve
kalemlerin kıç taraflarından çıtçıt sesler yükselirken
okullar kalemtıraşların toplu intiharına sahne oluyor
kollar iki yana açılınca pekâlâ rahatlıkla uçak olunabiliyor
çok dijital bir dünya bu be cumali
ve bir şey var ki büyüdükçe hava alanları azalıyor
[bu dijital ilelebet teknoloji
pembe panter’i ayşe teyze’sine beyazlasın için verdi
ama
pek şükür ki konuşturmayı beceremedi]
muhtelif kalplere atılan çiziklerin efendisi
çırak
bir cins ismidir
terliksi pijamasıgillerdendir
fotoğrafçı alâeddin büyüttü
eti onun kemiği sahipsiz
sazının bam telini biraz daha koparmazsa azrail
şarkılar yükselecek göğe
babasız peygamber olunuyor da
baba olmadan olunmaz mı aydede
[çırak, bu dijital şipşak dünyada
hakiki hararetli bir olum arıyor kendine]
III.
hafızasını alkollü çözeltilerde iç ederken
boynundaki ipi dehledi gecelere binerken
karanlık odalar her gece beynindeki iplerle gözlerine inerken
yağmurlar gökyüzünden elini eteğini çekmiş huzurunda dinerken
artık her şey için çok geç evet evet çok geçerken
siz de ince bir alay sezmediniz mi hayat akıp giderken
içinde bir kovan bal topluyor
akreple yelkovan nal topluyor
hayatın şoförü yüzüne mal mal bakıyor
çırak ‘kenara çek’ derken
uzun ömrün kısası
hülasa-i kelam
estara bim
çekeceği varmış çırağın
fotoğraf
saatçinin çırağıyla içine girip sigara içtikleri o viran otobüs
sen de davetlisin en büyük mürüvvetine
ama sigara içtiğini
sakın annesine söyleme
siz ey iman edenler
çay kaşıklarının üstündeki şekillere hiç dikkat ettiniz mi
o hep size baktı sizi gördü de küçük bir pencereden
siz hiç onun fotoğrafını çektiniz mi
kahrını
hı?
[hem bugün cuma
yaraların kapandığı gün]
hu gidenleri cayır cayır yanıpduru
duramepduru zaten
başı ağrepduru
hepiniz gibi paslı çivilerle dolaşmadı çırak
passız çivilere bastı daha çok onlar istediğinden
çok kan kaybetti belki ama hiç ölümlü olmadı bu yüzden
üzerinden sevişmelerin mahsulüdür
evlilik evraklarına görücüusulü atılmış imzaların
hiçbir zaman içine giremedi bu fotoğrafın
teğetti dokundu belki ama
hiç ölümüne kirişemedi
hiçbir yaranın üstüne işemedi
defterlere not aldı
ajandalardan tarih kiraladı
yirmiyedi olsun bitsin bu iş, dursun bu atlıkarınca dedi
korkusuna mı korkusuzluğuna mı bilinmez
şimdilik hükmen yenildi
korkardı hep, tutup kendi elleriyle sevecek onu eceli
[hakkaniyetli bir son arıyor çırak
tüm şiirlere]
IV.
“mezarlığa gittim, dedemin adı güneşten silinmişti, evden götürdüğüm siyah boyayla boyadım” (günlük, onbir yaş)
“mezarlık kabirlik kabristan
dede
mermer
de de
mer mer
boya, ölmek, ölüme boy vermek
adım adım
adım
yirmiyedi yaşındayım” (günlük, yirmiyedi yaş)
V.
ne kadar nar tanesini düşürürsen o kadar çocuğun olur derdi annesi
oysa çoktan ormanda ardında bırakmıştı tanelerini
ya yüzyıl sonra bir ordu halinde baş tacı edecekler
ya da kayboldu; kurtlar mı kuşlar mı nerden bilsin kaybolmasının sebebi
çocukları?
çocukları nar içlerinin içlerinde serpili
VI.
“çok dijitıl bir dünya bu be eski dostum tırtıl
herkes her yerde
sen de kahverengi bot giymezdin hatırlarım
şimdi ayakkabılarındaki topuklar tokalar pırıl pırıl
hey gidinin tırtılı
topluyorum dükkândaki son pılımı pırtımı” (mektup)
VII.
bir balta.
baktınız:
hayat bir balta sap ilişkisi.
gördünüz:
hayat bir balta boyun çelişkisi.
duydunuz:
deklanşörün sesini.
ilişik kesildi.
Baltalar elimizde
Uzun ip belimizde
Biz gideriz o ana hep o ana.
İşte Geldik
enis akın’dan
hoşbulduk
boş bulunduk
boşluk mükemmel bir salona sahiptir biliyorsunuz sinyoritam
ben orda oturmuş
hatta bağdaş kurmuş
üçün beşin hesabını yapmadan
rayiçin biraz altında
hiçin azıcık üstünde
şiir kızartıyorum
bazen aşırı dolaylıyorum
boşluk mükemmel bir yalıtkandır ne diyorsunuz sinyoritam
az parantezine aldım burada hayatı
az ( yemek + konuşmak + uyumak )
aç parantez yaşamak
evet evet madam
yaşam
aç bir parantez
ne verseniz doymaz
oynamasını bilene de
harika bir trapez
boşluk birdir geçmezdir geçirilmezdir
geçmemiş geçirilmemiştir
şu var ki
bizlere iyi geçirmiştir
affeder misiniz sinyoritam
boşluğu boş verelim
kafiyeye dönelim
ömer mısır sever
yıllar geçtikçe
mısırının koçanı kelleştikçe
tanelerini kelime kelime
fellik fellik şiirlere serptikçe
toto-loto-biyografik mastürbatik manifestosuna devam ediyor hâlâ
mesela;
uçuyorum uçuyorum ama
yine uçuk çıktı dudak akımda
geçer miydi ki
kuklalarımızı oynasak kumda
gözüm yok şiirde akımda makımda hatta makamda
bunlar zaten akıl hastanesinde yoğun bakımda
benim aklım en son düştüğüm rakımda
zoolojideki adını bilmem sayın şiirciler ama
diken kuşu olsanız siz madam mesela
saka da derler ona
pardon;
öğretmenim çağırdı
“yavrum gel de reenkarneni vereyim sana.”
o halde ben de ne olsa ne olsa ne olsam
butimar huma kuşu guguk bay kuşu
huşu içinde bir muhakkak ki
ishak kuşu
BİR KEDİ GÖRDÜM SANKİ
[yukarıda
o
her yerde
gelmemiş gitmemiştir]
şiirime yanınızda devam etmek istiyorum madam
biliyorum çok alaylıyorum
bakmayın siz bana
bu kafiyelerin alayı yorum
kafesteyken bazen çok saçmalıyorum
ben saçmalarken siz hep orda oluyorsun
kırk yılda bir net gösteriyorum
bu defa da siz yoksun
beni çileden çekip çıkarsanız sinyoritam
bazen kendimi çok kalaylıyorum.
İşte Geldiniz (I)
mayıs
hıdrellez gibisiniz
işte geldiniz
hoş geldiniz
o o
gözleriniz! de mi buradaymışlar
hoş gelmişler
dostlarım, beni bu iskeleye fena bağladılar
sofranızı uzaktan seyrediyorum
burada ha bu babaya bağlı kalıp
tahir olmaya özenip
tahripkâr tahrirler karalıyorum
hayır, kusurunuza bakmıyorum
sorun da yok, tek başıma içiyorum
işte geldiniz
hoş geldiniz
yollarımız gözlerinizde kalmıştı
ne de içtendiniz
neredeydiyseniz neredeydiniz
BANA NE GETİRDİNİZ?
bu evcil harflerin afacan evciliklerine gözlerinizle mi göçlerinizle mi dikkat edersiniz?
şimdi söyleyin bakalım
sizin de var mıdır herhangi bir ederlesiniz
mayıs’ın altısında bir dilekle geceden suya bırakılan
sabaha gerçekleşmesi beklenen
yahut bir şarkıda içli mi içli mi içli mi içli söylenen?
işte geldiniz
eliniz boş gönlünüz loş geldiniz
devlet başta kuzgun leşte geldiniz
bu ne rahatlık! sergüzeşte geldiniz?
bu kadar da geç kaldınız, sanki eldiniz
yine de yine de hoş geldiniz
şimdi bu iskeleden üstüme -tütün- basıp
ıslıklı bir şarkı tüttürüp
geçip gidiniz.
Gözlerini Yeşil Sanıyordum
kapağım açılmış yıllarca bir gazoz
yahut
bir ayağını araba ezmiş kötürüm bir köpek eniği gibiyim
kahve gölgesinde bir ömür
yüz kişinin birden adını bildiği
bir kahveci kalfasına özeniyorum
adım sadettin oluyor istasyon kahvesinde
‘aileye mahsus’ olmak üzere ayrı bir bölümümüz var, kapalı kızlar
yüz kişi birden bağırıyor, sadettin
çay çay çay çay çay
boşlarını topluyorum hayatın
kültablası kokuyorum
ağaçların yaprakları kuru masalar üzerinde karıncalar sarmış çay döküntüleri şekerl
[ağaçlar kuru yapraklarını kusuyor masalara]
karıncalar sarıyor beynimi sadettin olmazsam
belediyenin suyunu veriyoruz cam şişelerde; cam sağlık
hayatın sandalyeleri plastik; yüklendin mi, sallanmaya kalktın mı kırılıyor
bizim kahveninkiler ahşap; ahşap güven
[ama biraz tahtakurusu]
sigarasız bir kahveye tahammülü yük bu hayatın
[bu kahvenin sigarasız bir hayata yok tahammülü
kanlı da çaylar nerelere koydun ümmü’mü]
sadettin bize iki çay
sadettin gülüm bi su atıver harareti kesmedi bu çay
bunca emeklinin arasında emekleyen birkaç genç de var
sadettin’e imreniyorlar
sadettin abi kâğıt alalım, dört de çay
biri soda olsun soda
sadettin’im; hakiki kahveci, önlüğüm var, beni tanımayanlar da tanır beni, ben döndürüyorum burayı, çekip çeviriyorum, söküklerini dikiyorum.
hoparlörleri ağaçlara çıkmış yerel radyonun bile şu filme bir katkısı var
şu florasanlar*
kimse niye yüzüne bakmıyor bu florasanların
yanmazsa fark ediliyorlar
florasan mısınız?
içinize sinek kaçmış
sinek ve kelebek ölülerle dolmuş içiniz [kelebekler, güveler ve başkaları**]
sinekler kötüleri, kelebekler iyileri hatta kızları temsil, bilmem açıklamama gerek var
allah’ın gücüne gittiği oluyor mudur veya komiğine filan
[tanrım güler misin ağlar mısın]
sineğe pis bir anlam yükledim
kazık atan dost dedim mesela
dost kazığı
allah’ım kağıt bekliyorum
cevap da
sizden de cevap bekliyorum; florasan mısınız?
hasansanız da olur***
sadettin çaylar nerde kaldı?
sadettin’im, susarım
iyi idare ederim
florasansanız
idare lambasıyım
fitilimi yakınız
sadettin değilsem;
liseyi yatılı okudum. seçilmiş öğrencilerin kazandığı parlak bir lisede parlak olmayan bir parasız yatılıydım. sakalım epey geç çıktı ve bunun acısını çok çektim. ilk sigaramı bu sadettin’in tanıklığında bu kahvede trenlere binip gitmeye özenerek içtim. istasyon kahvesi adı üstünde. trenler geldi geçti ben sigara içtim. o kızı düşünerek çok iç çektim. çay. adı konulmamıştı daha sadettin’imin. abi çay alayım. “delikanlı, bu gadar düşünceesen gelme boraya; bak bunlar hiç düşünüyor mu!” sadettin’den ilk zılgıtı o gün yedim.
ben belki de sadettin’im
bu kadar bir düşünceyim veya bu kadar düşüneceğim
o kızın kolundaki üç tane benim veya benin biriyim
o gün bugündür onunla gezerim
ama o günlerden sonra o kızı bir daha görmedim
ta ki bugün oldu o gün
bugün de sadettin değilim
cami avlusunda bir gasilhaneyim
ben sadettin’in özentisi
sadettin’e sesleniyorum bu gün bu istasyon çay bahçesinde
demin o kızı gördüm
içimde bir bardak kırıldı
tuttum ben de tüm takımı kırdım
uğursuzluktan korkarım
bir dersanenin reklamı vardı
bu şehrin uğuruna güvenin
o şehirdeyim
dershanelere özel öğretmenlere özel muayenehanelere özel güvenlik şirketlerine özel hayata özel olan hiçbir şeye güvenmiy
o şehirdeyim
kızların pek özel isim bulmadığı sadettin’im
anlamı uğur olan bir isim
bu istasyonun uğuru benim
türkçemiz itibariyle türkülü kafiyelere uygun bir sadeddin
sen bana neler etdin
o bensin işte
demin o kızla görüştüm
aileye mahsus
dile kolay sayın tuvalet bekçisi
sayın gar şefi
sayın taksi durağı, taksici
sayın okey taşları [dayan]
ağaçlar
taşlar, raylar
çeşmeler, çeşmeye iplenmiş taslar
dokuz sene geçti
aşka en fazla beş metre ve bir fısıltılı günaydınlık yaklaşmıştık
ses bile duyuşmamıştık
okeye dönmüyordum o zamanlar
taşlar bile açılmamıştı
işte bir tesadüf telefon tereddüt
ve ben çay bahçesi, sadettin, o kız
“gözlerini yeşil sanıyordum, elaymış!”
bütün bir aşk boşuna gitmiş gibi sayın aile çay bahçesi istasyon kahvesi yeşilçam seyircileri çekirdek çitleyicileri
bütün bardakları kırarım mı ben sadettin kıran
yo yo ben o değil ben bambaşka ben
kahveci bize dört çay, bir de tarçın
adım yok artık benim şef
bu saatten bu saadetsizlikten bu sadettin’den sonra adım yok.
* florasan: floresan tdk’ya göre
** arkın temel bilimler serisi: 14, arkın kitabevi, yazan s. a. mannings, çev. ayten oray
*** hasan mısınız: benim hasan diye dünyamın en kral arkadaşım varmıştı bir vakitmişti bir yokmuştu şimdi. dosdumdu. karşılıklı kazık atışmıştık, ama önce o. yemin olsun ben bir şey yapışmamıştık. sadece o kız çevremisindeki bütün erkekleri yiyordu. ahaha, örümcek kadın. bahta pot. hasan ve ben artık bahta tok. ve birer baltaya tahta. pişman değilim oy müstantik. ama o kız, sevişmek artık onda bir tik. yine olsa yine severdim, bendeki de … sevmek de bende tik. hasan benim en kral arkadaşımındı dostumdumdu. yıktı perdeyi eyledi viran. o da bir florasan.
enis akın sormuştu, “hasan mısınız?”
soruyu soruyla cevapladım, “florasan mısınız?”
Florasan mısınız?
sevgili hayat bir karnaval
durup düşünüyoruz sayın dostlar
burada istemezdiniz hiç böyle içli dışlı yazalım yazılsın yazılsınlar
işte insan
ve hayat bir karnaval
acil ihtiyaçtan bir martaval
puan kaybediyoruz şuan
puan puan
puan
puhaha
kaybetmek puan
bel üstü vuran
haybeye kavuran
dalgalandıran ve durulandıran
durulamak lazım hayatlarınızın köpüklerini
temiz olmalı bu karnaval
ve mis
hocam ben şiar olacaktım
bütün felsefemi iç ettiler
gülünecek bir hâle düştü hayat
ve şiir tam da bunun için
karpuzun suyunu kabuğundan içmek için için
florasanlar gibisin
geniş alanlarda
karnavallarda
yıllarca beraber
bil ki sen sihirli güzel gözlerinle
sinek
ızdırap intizar ızdırap intizar ızdırap intizar
allah’ın hakkı üç üç üç
uç uç uç
aç aç aç
iç iç iç
florasanlar gibisin dostumsan
acımız büyük
acımız kocaman
acımız kodaman
acımız müdür
acımız şef
acımız patron
acımız dana gibi
acımız pardon
acımız hiyerarşik
acımız şık
acımız artistik
acımız stilistik
acımız muazzam
acımız dev
acımız ev
acımız giderek
tespih mi çekiyoruz be mübarek
sen de ben de florasan
çok toz tutmuyor mu sence de hayatımız son zaman
konuşamasak
büyük alanlarda karnaval
kimse
kimsek
sinek
her yer tümsek
biz florasanlar
elektrik yok.
Tarif
- “Bazen böyle oluyorum. Bütün gücüm gitmiş gibi oluyor. Belki de apartmandaki yemek kokusudur bunun sebebi. Ben dışarıdayken evlerden birinden burnuma bir yemek kokusu geldi mi, kendimi müthiş savunmasız hissediyorum. Savunmasız… bu hayatta hiç sevilmemiş gibi filan hissediyorum.” Barış Bıçakçı, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, sf. 68
- Bir tencereye zeytinyağını, kıyılmış soğanı koyup hafifçe öldürün. Salça ve tuzu ilave edin. … Kabukları soyulmuş ve küp şeklinde doğranmış domatesi koyup onunla da domatesler ölünceye kadar silkeleyerek pişirin. …
evlerden yemek kokuları yükseliyor son katıma doğru
bu hayat dibini tuttu
içimdeki çocuğu görüyorsun memet?
habire soğan doğruyor
sol elinin üç parmağı arasına sıkıştırıp sağ eliyle bıçaklıyor
bunun için avuç içi büyüklüğünde bir soğan seçiyor
kırık sesler çıkıyor
çocuk memet,
soğan üzerinde çok ince çalışıyor
bankonun üzerindeki radyodan beraber ve solo türküler yükseldi
bu hayat suyunu çekti
içimdeki çocuğu duyuyorsun memet?
tahta altlık ve soğanla münasebet kuruyor
ıslık çalıyor eşlik ediyor
ıslık da güzel bir şarkısıdır değil mi memet?
sahibinin sesinden olduğunda
ıslık da güzel bir şakasıdır dudakların
kalbim bir kıyma makinesi
ve ben bunu bir yerden hatırlıyorum memet
bir bölü iki su bardağı zeytinyağı diyor çocuğa hayalet ahçı
her şey dünyada ölçüsüyle yer tutuyor memet
ölçülü olmak en büyük maharet
içimdeki çocuğu ölçüyorsun memet?
ona kalbi kadar beyaz kalbi kadar kocaman bu soğanı verdiğiniz için size minnettar
“küçükten beri böyle bu çocuk, aklı bir karış havada!” dedi annesi
he ya, öyle doğdu içimdeki çocuk
bir mızrak boyu yükselmedi içimdeki çocuğun içindeki güneş
bir mızrap boyu yetmedi içimdeki çocuğun içindeki ıslığı çalmaya
bir arpa boyu yol almadı içimdeki çocuğun içindeki dede
bir çocukluk ki kanadı dizler boyu
uçar bir gün memet
soğanların katli vacip memet
çocuk soğanları hafifçe öldürüyor
soğan doğranmasıyla meşhurdur biliyor
bu sırada radyo bir şaka yapıyor
ne ağlarsın benim zülfü siyahım diyor
çocuğun zülüflerinden bir an için şüphe düşüyor
su bardağım yok
rakı bardağımla koysam olmaz mı memet?
içimdeki çocuğu kokluyorsun?
“koku almasak daha mutlu olabilirdik”I
al sana pişti memet
çocuk tencereye salçayı koydu
tuzu koydu
küp şeklindeki domatesleri de koydu
çocuk ha babam koyuyordu
‘dede’ olacak çocuk oydu
çocuk domatesleri öldürmeyi de kafasına koydu
metalle olmaz memet
kaşık ahşap olacak
taşıt ahşap olacak
vakit akşam olacak
çocuk artık tarife bakmıyor
tenceredeki mevtanın üstüne ayşe kadını da koydu
pek şık durdu
ayşe ile memet
içimdeki çocuğa dikkat et
dışarı taşmasın memet
görmüyor musun her yerde hürriyet
hem bu hayat baharatı biraz bol kaçmış bir yemek
mühim olan bunca şeyi bir tencereye sığdırabilmek
içimdeki çocuk bol bol pencereye çıkıp
şehre kaş göz yapıyor memet
bu hayat pişti
bal şeker bol afiyet
içimdeki çocuk birazdan balkona pikniğe çıkacak
korkma bugün olmaz memet
yok yok bugün olmayacak
daha kurulmadı o salıncak
şehri tepeden tırnağa yemek
bilmem ki nasıl olur memet?
Tam bi Şiir
doğrudan kaleye;
kombi gibiyim el dost
özgürlük ve bağımsızlık benim biraz karakterim oluyor merkezi sistemlere karşı
çok yanarsam zor onulur acılar yaşatıyorum sahibeme her aybaşı
hiç gürültüsüzüm size, belki birazcık kendime, yanan içten içe içten içe
ve bu bendeki öyle bir iç ki, şiire çarşı
zombi gibiyim el dost
geceleri ilginçtir berhudar oluyorum pervaneyken derbeder hikâyelere
korkutmalarımı göklerinize bırakmış salınırken yukarıda kaybettiğim irtifalarla
“sıfatları at, sıfatları at,” diye bağırıyor ordan, yüzyıllık sakinlerine sancılar saçtığım hancı
tombi gibiyim el dost
eski bir ilkokul dostunu hatıralatıyorum ağzı yumurta buram buram
hepiniz yediniz ulan beni
tahtaya kalkıldığında önündeyken haritanın
bir el önlüğün cebini oyar oyar oyarken
billur tuzlar akar akar akarken
bütün ezberlere ayarken
teneffüslere yakın akıllarda, yeşil mi kırmızı mı diye ışık yakmışlığım da çoktur
düşündükçe yanıyor şuram şuram
dombi gibiyim el dost
hani şu dombilinin memleketi
arka bahçede şiire iki tek attırırken bastı
büyük şairler beni.
kaleden kaleye gol olmaz.
Dar-Zar-Har-Nar-Kar Oluş Surlarında Tutturulmuş Türkü
bir harf bile surlardan itebilir bizi
I. Diriliş – Yumruk – Zortlatma
te tekno ra rock ba barda va varoluş: “abi bar var karı var bar var karı var”
ey orospu bar çocukları
sigarasız bir hiçsiniz
ne o
sanzatusuz bir briçsiniz
bu kadar alkole sevişmeye
gayet de dinçsiniz
-ine her zaman sıçtığım içsiniz
kemirgenimde ettiğim linçsiniz
sanırım bu hayatınıza uygun tek kelime kalıyor
bu üç harfi biçecek bilinç sizsiniz
anlayınız
alayınız piçsiniz.
II. Direniş – Çok Unutkansın Ya Rab – Kırık Hava
bu hayat topuzu çok uzaklara kaçmış bir kantar
veya bu filmde tüm şairler birer nuri kantar
dal sarkar kartal kalkar
çük kalkar meme sarkar
bu ciddiyet bu haytaya yeter de artar
çünkü dünya eli bol baharatlı bir aktar
geçiyor ömür onu dönder bunu aktar
hımm bu içinde bulunduğumuz delik maşallah pek dar
başa derd açar
bir derdalan açar
kimsenin babasında kalmadı iftihara medar
oralet diye bir şey var
park ve bahçeler müdürlüğü
sobacı ve emsali sanatkârlar odası
hepsinin bir sancısı var
‘çay olmuş mudur’ var
çay olmuş mudur var
allah’ım masada bıraktın ses etmedik
bari içimdeki makası çıkar.
III. Duruluş – Sen Aslında Çaydın – Aydın Uzun Havası
bu kadar çok ıslık çalarsan genç, kaçar tabii bereketi hayatın
köprünün altından çok sular aktı
ve sen bu cümleyi hayatın içerisinde birkaç kere kullandın
zaten bu diyarın alamancısıydın
tavşan kaç tavşan kaç, tazılar tarafından yakalandın
beyzbol topu musun be mübarek, biberleyeceklerdi tabii seni ya ne sandın*
ulan bu kuponu da yatırdın
madem çıkarmayacaktın ne diye batırdın
tanıdığın herkese edilmiş bir bedduaydın
bu böyle, “yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.” ne de geç aydın
madem küstün dargındın
ne demiştin niçin caydın
gidemedim anne gözün aydın
sen söyle incirden düşsen uslanır mıydın
aynı yağmur altında birkaç kere ıslanır mıydın
söyle bana oyuncaklara nasıl kıydın
bu kızı hep bademlerden saydın
dün neler söylerdin bak bugün caydın**
sağ olan babam, yanlışlıkla hep sağ baştan saydın
bari ben malı görmeden ödemeyi yapmasaydın
hayatın üstünü de sanki yanlış saydın
belki bıraksalar ömür billah anasının dizinin dibinde bir taydın
lan oğlum sen kendini adamdan, beni de yok saydın
günlerin köpüğüne, bu kaktüsün tohumuna para saydın
bıraksalar belki saksının dibinde çaydın
üstünde bir çocuğun meteliğin son hâlini gözetlediği, trenlere kafa tutmuş raydın
bugün gece deredeki balıkları sayabiliriz ay aydın
her gece binlerce yıldızı hiçe saydın
o kadar meze hazırladı bak yengen, bari iki tek atsaydın
söylesene be moruk, sen bu kafeste kaç gün saydın
iyi de niye şimdi hayatın anasına bacısına kaydın
gelmişine geçmişine sövdün saydın
bu asiliği de marifet mi saydın
bari bunu tadında bıraksaydın
madem bozuldu tamirci çağırsaydın
kendini fasulye gibi nimetten, hint kumaşı bulunmaz mı saydın
içinden kaça kadar
sorması ayıp neye doğru şafak saydın
hayatın ilk onbirini yine yanlış
dostum hop yerinde saydın
bir zamanlar sen de diday diday day diday diday daydın
suyu çekilmiş bir adaydın
üç şeysiz oradaydın
kurbanda dağıtılmış paydın
bu ligin bütün haftalarında baydın
bana başka bir şey değil, derttin tasaydın
hadi yeter artık
fena halde baydın.
* Aynalı Sandık, Dursun Utku, Bük Yayın Dağıtım
** Ferdi Tayfur’un Yüreğimde Yara Var şarkısından
Üşüş Başıma
attilâ ilhan’dan
aysel gel başıma tam sana göreyim
aysel biliyorsun ne zamandır peşindeyim
aysel hadi ama seniyim
seni çok seneyim
aysel tam bensin banasın kuş
aysel kon başıma bir tanesin
seni bekliyordum bari geçerken uğra
ben ve çayım hep tazeyiz sana
küp şeker hiç üşenmem kırarım ikiye
gel çift sır küpü olalım
aysel tam da hayallerimdeki acısın
aysel gel başıma kafama sadece seni takayım
biliyorum biraz erketedeyim yıllardır mahmut’um dalgacıyım
mamafih eski klasik bir â, belki tel bir siyahım firketeyim tokayım
aysel çabuk
saat tam arka sayfayı çevirmek üzere
dönmeliyim adi bir şaire dönüşmeden önce
aysel hadi serin olacak sanki hava
aysel gel başıma
bütün saatlerim denizi dalga geçiyor
bütün balıklar ölümüme ayselâ okuyor
aysel hadi
başım üşüyor.
Evet
sarı bir adam biliyor sadece
zühtü ile meryem [hangisi önce]
bu mutlu gününüzde
çuvaldız hep bana
şu saatlerde evet dedi
ayağına bastı oonun
oonun ayağına bastı
evet
ayağıma bastın çocuk
çok kötü bastın çocuk
tırnağı biraz fazla kesmek gibi dibinden
geçecek
bir iki günü bulur
bu evet’in denmesi
yaktın yandırdın beni
yıktın yıkadın beni
yıkadın ve dolaba kapadın
ve biz içerdekiler büyük bir gürültüyle yıkıldık
ıpıslak
‘sen içerdeyken ben’
aldırma ulan 128
ben içerdeyken sen
evet; çoşkuyla, közlerinde kahkahalalalalarla
gözlerimde balyozlaşlarıyla
talaşlarla
çapaklarla
kaynak kıvılcımlarıyla
sonusuza kadar evet
artık sizin de bir defteriniz
içine çocuklarınızın adları
zühtü meryem hilal gülnihal boranalp kürşat kutadgu bilig
“çekirdek eğlencelik
çekirdek eğlencelik”
insan üzülen bir varlıktır kurt
tarkan viking kanı içecek bu gece
insan üzülen bir varlıktır kurt
where will you sleep tonight mesela
veya bu gece bütün gerçekler gerçeğe girecek
çuvaldızı giren çıkanı bana benim hesabıma yaz allah’ım
veresiye kabul etmezsen bu gece topluca kapatırım
o veresiye kalmadan
prozit şerefe prozit
bu saatlerde evet demiş olmalı
evet dediniz ve kaybettiniz hanfendi
gülünüz
bir defter kazandınız bordo bereli
bunu atatürk’e borçlu olmalısınız pek medeni
prozit şerefe prozit
o ağacın altını şimdi anıyor musun
siktir git
yaktım o ağacı bütün ormanı aman ormancı canım ormancıyı
elinle yaktığın ateşi gözyaşınla söndüremezsin orman ihbar alo yüzyetmişyedi
yengen elmayı yedi
o ağaç prozit
ondan kestiğim filizi sivriltip sivriltip
kürdan değil
kalbime tekmil
selam durdum ciğerlerime dokundum
o saatlerde evet dedi
bir adet sarı lamba bunu biliyordu başından beri
bana söylemedi
küfür yok bebeğim küfür yok
aci
biz acıyla emirgan’da barbut atardık bebeğim
biz hacıyla eskişehir’de mazbut birer tatardık
çekik içli
boşver bunları
şu saatlerde he dedi
acı
önümden çekil moruk
şu saatlerde taca çıktım
rüzgâr çıktı
aldı beni götürdü
hepimiz topuz
topunuz topsunuz ey dünyalılar
imza diye bir şey ne için var
ne için neye bu kahkahalar
şu saatlerde evet
çuvaldızı kendime.
Okuyucu Yorumları
skip james: modern bir ümit besen bestesi gibi duruyor. nikah masasına terennüm.
buddy guy: bu ne lan!
big maceo merriweather: kendimi buldum. ilk zamanlarımda yazdığım şarkı sözlerine benziir.
koko taylor: kuku düşkünü bir ergen kedinin uzanamadı ciğere mundar mı murdar mı diyor siz.
susan tedeschi: bir erkek beni böyle öfkeyle sevmiş olsa, bilmem nasıl olur ki.
ali farka touré: doğulu bir hava sezdim.
mississippi fred mcdowell: mississippi kenarında rakı içer gibi.
ibrahim sadri: aa, benim dizeyi çarpmış, ece ayhan’dan çarptığım dizeyi. ortak bir bağımız olmalı, veya bir anısı filan.
ormancı: şimdi babanı laciverde boyadın.
Madonna Olacakmış
madonna olacakmış
gülmeyin
belki yarası var
çok gülümsemiş, mutsuz olmamış
belli şakası var
…
(nil)
kahvaltım olsana madonna
gözlerin sürsün yüzümdeki bu çorak tarlayı
ayçiçekleri zeytinler filan sulayalım çayla
sen sen ol kahvaltım ol
tamam olacaksın
madonna da ol
parmak bas en zayıf notalarıma
kezzap tuzruhu filan dök bütün havuzlarıma
yeter ki canlanayım demleneyim
bakma şimdi kıyıya vurduğuma
kahvaltım ol madonna
madonna ol
gülmesinler
güldüğünü hissedeyim
gözlerin yeni açmış birer domates
maraz bulmuş bu ağacı kireçle madonna
gülgillerden filan isteteyim seni
çilekler gibi yayıl topraklarımın üstüne
kalemin bedenlerinde birer adet benek
nokta noktalı bir şeyler
gül bana madonna
reçelim olmanı isteyeceğim sanırım senden bir ömür
kahvaltım olur musun madonna
bergamotlayalım akdeniz’in bütün yaylalarında
yörüklere maya çalalım
akdenizlere her inişimizde kelebekler’den kelebek toplayalım
hissediyorum bazen
madonna olacaksın
gülmenden içinden dışından ellerinden ağzından telinden telvenden
hele o çayda açtığın yol koku doku dokun yok mu
gel al bu yolcuyu bir çay içir yüzünün dinlenme tesisinde
kahvaltım olur musun madonna
sabahları acıkmayı o’ndan öğrendim
sana ben öğreteyim
çörek otu toplayalım böreklerin üzerinden
gözlerine filan dönüşsünler
kaç zeytin yediğimizi unutalım
zeytini ağacıyla birlikte yiyelim
çekirdekler başımızdan konfeti döksünler
ekmekler arkamızdan ağlamasın
tabak çatal orkestrası la cumparsita çalsın
biliyorum madonna olacaksın
kahvaltım da olur musun
altını birlikte alırız bu hayatın
sofra bezini kuşların önüne dökeriz
tuş sesleri ovalara yayılır
yeter ki olalım madonna
birbirimizin dikişlerini fırçalarız
kanal tedavilerimizi yaparız
evimizin planını anaokullu bir çocuğa çizdiririz
kahvaltım olursun
bir dağın eteklerinin plilerine bir soframız
ne de bahtiyarız
her daim meyve bulunduranım ol
ziyanı yok madonna da ol
bırak dökülsün temizleriz
güneş girsin doktor girmesin o bizim evimiz
miras değil zo alınterimiz olur
annem sana terlik pabuç alır
bora’nın ve üçsan’ın saklama kapları güzel, kaliteli, bak bunun üç tanesini bir milyona aldım
ne dersin, madonna olacak mısın? kararlı mısın?
kahvaltısı olalım birbirimizin
çayı çemberi çekirdeği
panzehiri zembereği
battaniye altına girip yoğurdu bekleyelim sütler gibi
ah madonna
sen çok hülyalı bir kız olacaksın
madonna olacaksın.